CUMHURİYET GAZETESİ TARTIŞMASI BİZE NEYİ ANLATTI?

George Orwell 1984 romanında, “Yönetmek ve yönetmeyi sürdürmek isteniyorsa, gerçekliğin anlamını dağıtacak yetenekte olunmalıdır” der.
Gerçekliğin anlamını dağıtmak; neoliberal çağın kullanım kılavuzudur; kökeni ne olursa olsun, bir kez liberal sosa batırılmış tüm düşün akımlarına altın tepside sunulmuştur.
Tepe tepe kullanırlar.
Cumhuriyet gazetesi; Cumhuriyet devriminin fikir ve ideallerini savunmak üzere kurulmuş bir gazetedir. Dünden bugüne yazar kadrosu, Kemalizmden sosyalizme uzanan bir yelpazede ama hep bu temelde kalemlerini halkın hizmetine sunmuş, kimisi bu uğurda can vermiştir.
Cumhuriyet gazetesi gibi bir gazeteyi düşünsel köklerinden koparıp, kimliksizleştirip, bir de kendini gazeteye yeni bir kimlik verecek derece yetkin sunup, okurlara da bunu kabul ettirebilmek için, ‘gerçekliğin anlamını dağıtacak yetenekte olmak’ gerekir.
Öyleydiler. Ve biz, vakıf toplantısını takip eden on gün boyunca, bıraktıkları yıkıntının ardından, gerçeklik anlamı dağıtılmış insanımızın nerelere savrulabileceğine şahit olduk…
Cumhuriyet gazetesi tartışmasına vakıf yönetimi açısından bakıldı, gazete çalışanları açısından bakıldı, gelen giden yazarlar açısından bakıldı. Ama asıl üzerine eğilmemiz gereken sosyal medya paylaşımlarıydı ki gerçeklik anlamı dağıtılmış insanımızla yüzleşme fırsatını kaçırmayalım…
Özetle:
Liberal bir ekip, vakıf seçimlerinde hukuksuzluk yaparak, gazete yönetimini ele almıştı. Takip eden süreçte gazeteyi kimliğinden koparmış, gazetenin birikimini çarçur etmiş, gazeteyi borca batırmış, en önemlisi, Atatürk’e, laikliğe, aydınlanmaya karşıt görüşlerin buluşma noktasına çevirmişti.
Durup sakince düşünelim: Cumhuriyet gibi bir gazetede bu yaptıkları normal miydi? Peki böylelerine alkış tutmak, normal mi?
Sonra, hukuk önünde hakkını arayanlar yeniden yönetime geldi. Kimdi bunlar? Kimimizin ömründen uzun yıllardır gazetede yazıp, aklı, bilimi, Atatürk’ü, cumhuriyeti, aydınlanmayı, emeği savunmuş isimler: Ali Sirmen’ler, Şükran Soner’ler, Işık Kansu’lar ve niceleri…
Yine durup sakince düşünelim: Ömürleri boyunca dünya görüşlerini yazdıkları her satıra işlemiş bu insanlara, ‘Aydınlıkçı’, ‘Saray gazetecileri’, ‘Ulusalcı’, ‘Faşist’, ‘Ultra milliyetçi’ diyebilmek, normal mi?
On gün boyunca takip ettik, kendisine Cumhuriyet okuru diyen bir kitle, Cumhuriyet’teki yönetim değişikliğinden sonra ne tepki verdi, gözlerimizle gördük…
Bir taraftan, liberal soslu ‘yazarlar’, ‘gazeteciler’, ‘akademisyenler’ ve elbette ‘haber siteleri’ döküldü ortalığa, başladılar gerçekliğin anlamını dağıtmaya.
Ardından, Uğur Mumcu’nun gazeteciliğini önemsemeyen Aydın Engin’in Cumhuriyet’ten ayrılmasına kızan okurlar gördük. Aslı Aydıntaşbaş gazeteden ayrıldı diye Cumhuriyet okumayı bırakacağını söyleyenleri. Kemalizm düşmanı Ahmet İnsel, geldiği yere, Birikim’e dönünce, Cumhuriyet eksilmişçesine isyan edenleri. Cumhuriyet gazetesi ile Uğur Mumcu arasındaki güçlü bağa vurgu yapıp, buradan Özgür Mumcu’nun çizgisini sahiplenmeye varabilenleri.
Tekrar soralım: Normal mi bu?
Konu Cumhuriyet gazetesiyse, Cumhuriyet okuru olmaksa;
Bir yanda Kansu’lar, Sirmen’ler, Soner’ler, Bursalı’lar varken; Akın Atalay’lara, Aydın Engin’lere, Aslı Aydıntaşbaş’lara, Ahmet İnsel’lere ağlayan tek bir okur varsa; lafı hiç dolandırmayalım, orada ‘Gerçekliğin anlamı dağıtılmış’ demektir.
Öyleyse meselemiz yine insandır, insanımızdır.
Liberal virüsün en çok saldırdığı Cumhuriyet değeri aydınlanmadır, laikliktir…
Laiklik ve aydınlanma en çok ne için gereklidir?
Aklın özgürlüğü için elbette. Aklın özgürlüğü, aklın sorgulayabilirliğiyle ölçülür; bilen, donanan, irdeleyen akıl, sunulu gerçekleri kabul etmez. Önce yargılar, tartar, ölçer, biçer.
Sorgulamak, özgür insanın, insanlık adına en büyük kazanımıdır.
AKP iktidarında geçen yıllar, Türk insanının en çok sorgulayan aklını esaret altına almıştır.
Liberal virüs böylece yol alır, gerçekliğin anlamı böylece değişir.
Cumhuriyet gazetesi tartışması, bize en büyük sorunlarımızdan birini daha göstermiştir.
Cumhuriyet gazetesi okuru olduğunu söyleyip, Aydın Engin’lerin, Ahmet İnsel’lerin, Ceyda Karan’ların, Aslı Aydıntaşbaş’ların arkasından isyan eden, hesap sormaya kalkışan bir kitlenin oluşmuş olması tesadüf değildir.
İnsan gerçeğimiz, liberal destekli AKP yılları sonunda buraya varmıştır.
Kavramlar tersyüz edilmiş, gerçekliğin anlamı dağıtılmıştır.
Ve asıl üzerinde durmamız, kaygı duymamız gereken de budur.
“Aklın uykusu, canavarlar yaratır”.
Bu söz Goya’nın gravürünün adı olduğu kadar, aydınlanmanın uyarı levhalarından biridir.
Aslolan aklı uykusundan uyandırmak ve bir daha asla uykuya yatmamasını sağlamaktır.
Aydınlanma mücadelesi, sadece gericilere karşı verilmez. Özgür ve yargılayan aklın egemenlik alanına sızan her düşünce Aydınlanmaya düşmandır.
Gerçekliğin anlamını dağıtan; aklı uykuya yatırıp, canavarlar yaratan fikir hokkabazlarına karşı, özgür ve yargılayan aklı savunmazsak nerelere savrulabildiğimizi Cumhuriyet gazetesi tartışmasında bir kez daha gördük mü?
Bu toprağın en temel meselesi dün de Aydınlanmaydı, bugün de.
Gericisine karşı da, liberaline karşı da!
Yoksa Aydın Engin anlatır, siz dinlersiniz…

Çok Okunanlar

UĞUR MUMCU NEYİ TEMSİL EDİYOR?

BİR SABAH…

DAVER DARENDE’NİN ARDINDAN

YANLIŞ BİR YOL

Edebiyatçılar ve Atatürk... / Erendiz Atasü

HAFTANIN KİTABI: "UĞUR MUMCU KEMALİZM VE SOSYALİZM"

İşgalci kamyonunun altında kalan çocuğun umudu / Barış Pehlivan

O, Yurttaş Olmak Sorumluluğu

EDEBİYATIMIZIN USTALARININ GÖZÜNDEN ATATÜRK VE DEVRİMİN YÖNÜ / Muharrem Anıl

ERDOĞAN'IN TOPLATILMASINI İSTEDİĞİ KİTAPTA NELER VAR