İÇ CEPHENİN SAVUNMA DUVARI
“Dünyanın bugünkü kepaze hâline insan bozuluyor” diye
yazmıştı İlhan Selçuk.
Coğrafyamızın ve ülkemizin bugününe ve olası yakın tarihine
baktıkça insan daha da bozuluyor.
İki günlük hikâye değil çünkü olan biten. Biz buralara
Huntington’lardan, Fukuyama’lardan, Graham Fuller’lerden, Henri Barkey’lerden
geldik. Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından, gözümüzün içine baka baka ulus
devletlerin dinci rejimlerle zayıflatılacağını ve ardından türlü bahaneyle parçalanarak
zararsız ve sömürüye açık kütlelere dönüştürüleceğini yazıp çizmediler mi? Bize
bunları, hem de hedef ülkelerden birinin yurttaşıyken, üniversitelerin ilgili
bölümlerinde ders kitabı, yardımcı kitap diye okutmadılar mı? Otuz yıldır bu ülkede
olan biten her şeyin aslında neye hizmet ettiğini bilip de anlatamamanın derdi
değil midir sırtımıza vurulan? Nedir Büyük Ortadoğu Projesi? İçeride ve
dışarıda, kimdir bu projenin taşeronları?
Gelmekte olanı görenler, İsrail’in İran saldırısını gözlemlerken
Mustafa Kemal’in iç cepheye dair o sözüne vurgu yapıyor:
“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin
oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı
cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir memleketi yok
edemez. Memleketi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.”
Hiç yoksa otuz yıldır darmaduman edilmiş, dinci bir
iktidarın gölgesinde bölünmüş, ayrıştırılmış bir iç cephenin şimdilerde akla
gelmesi elbette olumlu ancak hangi değerler etrafında yeniden öreceğiz iç
cephenin savunma duvarlarını?
Sesini duyurabilenlerin dilinden şimdilik sadece “demokrasi”yi
duyabiliyoruz. Doğrudur ama eksiktir. İnsanların düşüncelerinden, politik
görüşlerinden, taleplerinden, kimliklerinden ve sırf sahip oldukları hakları
kullanmak istemelerinden dolayı baskı altına alınıp, hapsedildiği bir ülkede iç
cepheyi sağlam tutmak elbette mümkün olmayacaktır. Ve elbette otoriterleşmeye
yönelmiş bir iktidar, demokrasinin en büyük düşmanıdır. Tam da bu yüzden mevcut
iktidar ve bileşenlerinin artık bir “milli güvenlik sorunu”na
dönüştüklerini yazıp çizmiyor muyuz?
Ancak bu duvarın harcını kararken “demokrasi”nin
yanına “asgari müştereklerde buluşabilme ilkesi” ve “antiemperyalizm”i
de eklemek zorundayız.
Neden?
Sovyetler sonrası dünyayı şekillendirme planlarının en
önemli kısmı, bütün içindeki farklılıkların kaşınması ve öne çıkarılmasıydı.
Bizim ülkemizde de bu senaryo uygulamaya konulurken özellikle 2002’de AKP’nin
iktidara gelişiyle birlikte iktidar desteğini de arkasına almış oldu.
Geldiğimiz noktada herkesin sadece kendini ve kendi gibi olanları benimseyip,
sahiplendiği ama daha önemlisi doğruyu sadece kendisinin temsil ettiğine
inandığı bir iklimdeyiz artık. Ayrışmış olmaktan daha kötüsü, bir ortak yol
bulmanın yollarını tıkayan, “benim dediğim olsun”culuktur; çözümü kendi
doğrusunu mutlak olarak dayatarak bulma gayretidir. Bunu artık çok sık
görüyoruz toplumumuzda. Her görüşün, “birleşilecekse benim görüşümde
birleşilsin” bencilliğini demokrasi sandığı bir iklimde, günün sonunda “küçük
balık” olarak kalmak kaçınılmazdır. Hangi fikirden beslenirsek beslenelim,
yurdumuzu ve insanımızı hedef alan bir tehdit belirdiğinde tüm yurttaşlarımızla
asgari müşterekte buluşmanın yollarını aramak, gerçek
demokrasinin de yurttaşlık bilincinin de gereğidir oysa. Bize sonradan
aşılanmış bu kibirden arınacağız…
Ve elbette harcı kararken olmazsa olmazımız “antiemperyalizm”
olacak. Cumhuriyetimizin karakteri olan bağımsızlık tutkumuza toz
kondurmayacağız. Dünya bunu böyle bilmeye, bu bilinci toplumumuzun her bir
bireyinin gözlerinden okumaya devam edecek. Öte yandan, içimize sızmış ve demokrasiyi,
emperyalizmi perdelemek için kullanan işbirlikçilere ve taşeronlara da asla
izin vermeyeceğiz. Yurdumuza yönelmiş bir tehdit söz konusu olduğunda, kaderini
emperyalistlerin oyunlarına bağlayan, buradan menfaat uman, fırsat kollayan,
birlikte yaşadığı insanlara kumpas kuranların adı-sanı-gerekçesi ne olursa
olsun, halkımıza doğrudan düşman olduklarını hem yorulmadan anlatacak hem de
böyleleriyle sonuna dek savaşacağız ve mutlaka her defasında biz kazanacağız.
Bu bilinç ki halkımızın tarihsel mirasıdır.
Eli kanlı kapitalizmin sınırları değiştirdiği, insanları
köleleştirdiği, katlettiği, ulusal varlıkları gasp ettiği ve sömürdüğü bir coğrafyada,
“sırada biz mi varız?” sorusunun sorulduğu günlerde iç cepheye dair
düşünmek önemli.
Demokrasi, asgari müştereklerde buluşabilme
becerisi ve antiemperyalizm.
Harcı doğru kararsak, duvar yıkılmaz.
Tarihimiz, kulağımıza böyle fısıldıyor…