YAZAR TAYLAN ÖZBAY İLE “EDEBİYATIMIZIN USTALARININ GÖZÜNDEN ATATÜRK VE DEVRİMİN YÖNÜ” ADLI YAPITINI KONUŞTUK
Çağdaş Türk Dili-
Atatürk devrimlerine sanatçıların
sanatın, özellikle de yazarların gözünden bakmayı ne zaman düşündünüz, kitabınızın oluşumundaki itici güç neydi?
Taylan Özbay- Cumhuriyet
Devrimi üzerine, özüne bakıldığında tarihi olmaktan çok düşünsel kitaplar
yazmaya çalışıyorum. Bundaki itici gücü ise özellikle 12 Eylül sonrası toplumun
düşün dünyasını baskılayan, sağcılaştıran sermayeci gerici karanlık ile semirme
döneminde ona payandalık eden, her fırsatta da bunu sürdüren liberal sağ ve
solun bir elden kurguladıkları yeni tarih anlayışına teslim olmamak gerektiği
inancım ve bu amaçla toprağımızın en güzel en onurlu tarihsel sürecinin
çarpıtılmamasına dair kendi küçük çabamdan alıyorum. “Edebiyatımızın Ustalarının Gözünden Atatürk ve Devrimin Yönü”
aslında aynı doğrultudaki bir dizi kitabın sonuncusu. İlk kez, “Atatürkçülüğün
Kurtuluş Savaşı” ile Kemalizmin asıl düşünsel temeli ve yönü üzerine birlikte
düşünelim istemiştim. Bunu, “Uğur Mumcu
Kemalizm ve Sosyalizm” takip etti. Cumhuriyet değerlerini özümsemiş,
toplumcu bir tohumdan yeşermiş sorumlu bir aydın ve çok iyi bir gazetecinin
devrime, o devrimin yürümesi gereken yola ilişkin düşüncelerini bu kitapta bir
çerçeveye oturtmayı amaçladım. “Edebiyatımızın Ustalarının Gözünden Atatürk ve
Devrimin Yönü” ise, bu çabanın son ürünü. Politik olarak Kemalizmden komünizme
dek kendilerini toplumcu çizgide konumlamış, iz bırakmış on edebiyatçımızın Atatürk’e,
Cumhuriyet Devrimine, o devrimin düşünsel yönüne dair görüşlerinin özellikle
kaba ve sığ politik kavgalara hapsolmuş bir iklimde gençler için yol gösterici
olacağını düşündüm.
ÇTD-
Kitabınızda ülkemizin 1919-1923 yıllarından başlayarak Atatürk’ün ölümüne dek
süren “tarihimizin en aydınlık, en onurlu, en parlak dönemi olarak
nitelendirdiğiniz dönemini anlatırken edebiyatımızın usta kalemlerinin yaşamlarından,
ulusal direniş dönemine denk gelen anılarından ve yazılarından
yararlanmışsınız. Bu seçimin sizin için özel bir anlamı var mı?
TÖ- İşin aslı bu
kendiliğinden olgunlaşmış bir fikir. Yıllar içinde Orhan Kemal’den Ceyhun Atuf
Kansu’ya, Aziz Nesin’den Halikarnas Balıkçısı’na, Sait Faik’ten Orhan Veli’ye
okuduğum kitapların arasında bu insanların yazın türü olarak da üslup olarak da
politik tavır olarak da farklı farklı noktalarda olmalarına karşın Atatürk’e ve
cumhuriyete bakışlarındaki dikkat çeken ortaklığın daha derin bir nedeni olması
gerektiğini düşündüm. Bu kuşak bizim bugün tarihin konusu olarak incelediğimiz
birçok olaya tanıklık etmiş, köhnemiş bir imparatorluğun yıkılıp halkçı bir
cumhuriyetin kuruluşunu yaşayarak deneyimlemiş bir kuşak. Edebiyatçı
duyarlıklarıyla olanı biteni daha yürekten, daha yoğun duygularla hesapsız
kitapsız anlatmış olmaları de hem tarihimizin en önemli döneminin “içeriden” ve
“samimi” bir anlatısına bizi götürüyor hem de bugün o döneme dair kabul
ettirilmeye çalışılan, gerçeklikten uzak tarih anlayışını en güçlü şekilde boşa
düşürüyor.
ÇTD-
Kitabınızda yer alan usta edebiyatçıların gençlik ve çocukluk dönemlerinin
işgal ve ulusal direniş döneminde geçtiğini görüyoruz. O döneme ilişkin anılar
hem edebiyat tarihi hem de ulusal belleğimiz açısından değer taşıyor. Buradan
baktığımızda Atatürk ilke ve devrimleri ile yaşamları arasında nasıl bir bağ
kuruyorsunuz?
TÖ- Falih Rıfkı Atay,
Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri
kitabında, “Ağır bir hastalığın nöbetleri
içinde ölümü iki gözleri ile görmüş gibi olanlar vardır. Ben iki gözümle
battığımızı gördüm ve kurtulduğumuzu gördüm. Mustafa Kemal'i unutamam” der.
Bu kuşak tam da böyle bir kuşak. Doğdukları andan itibaren yüzyıllar içinde
ömrünü doldurmuş, büyük bir yıkımla parçalanmaya mahkûm bir imparatorluğun
tarihsel yükü omuzlarına biniyor. Sonra kaybedilen savaşlar, işgaller esaret ve
önce onurlu bir kurtuluş savaşının ardından, bir daha aynı şeyleri yaşamamak
için belki de en yorgun anında devrimlerle ileri atılan Mustafa Kemal
önderliğine tanıklık ediyorlar. Bana kalırsa bu tanıklık yaşam boyu
yüreklerindeki cevheri işliyor. Dikkat edilirse bu kuşak ne Mustafa Kemal ve cumhuriyet
dönemini sahiplenmekten ve ona yapılan saldırılar karşısında ses yükseltmekten
geri duruyor ne de Mustafa Kemal’i ve devrimini halkçı özde aşmak adına
düşünmekten, üretmekten… Mustafa Kemal’in düşünsel mirası üzerine tartışacak
olsak, sanıyorum bu insanların hayatlarını, tutumlarını örnek göstermek o
düşünsel mirası açıklamaya yetecektir.
ÇTD-
Sizce devrimlerin başarısında yazınımızın rolü nedir?
TÖ- Bunu çift yönlü düşünebiliriz:
Devrim yapabilmek için sanıyorum önce hayal kurabilmek gerekir. Olanı, olanın
ötesinde görebilmek. Mustafa Kemal’in öğrencilik yıllarından başlayıp,
Çanakkale Cephesinde dahi kesintisiz devam eden okuma serüveni incelendiğinde
-örneğin- Fransız İhtilalinin sembol isimlerinin düşünceleri kadar, okuduğu
romanların, şiirlerin etkisini de onun kişiliğinin şekillenişinde görebiliriz.
Namık Kemal yahut Tevfik Fikret olmadan Mustafa Kemal’i düşünebilir miyiz? Bu
nedenle edebiyatın devrimler üzerindeki ilk rolü, o devrimleri yapacak olanları
duygu ve fikir yönünden tarihsel rollerine hazırlamak diyebiliriz.
Konunun
diğer yönünden baktığımızda ise, edebiyatın ve edebiyatçıların hem kurtuluş
mücadelesinde hem devrimler sürecinde üstlendikleri rolün altı çizilmeli. Yakup
Kadri’yi, Halide Edip’i daha nicelerini düşünelim: Bu insanlar hem doğrudan
kurtuluş mücadelesinde yer aldılar, gerektiğinde cephe cephe gezerek
gerektiğinde gazete köşelerinden, halk kürsülerinden seslerini Anadolu direnişi
lehine yükselterek… Hem de ülkenin içinde bulunduğu durumu yapıtlarında olanca
yalınlığıyla ve ustalıkla kaleme alarak okurlarını âdeta önce aydınlatıp sonra
devrimlere hazırladılar.
Bir
diğer noktaya da değinelim: Edebiyatın ve edebiyatçının hem kurtuluşumuzda hem
devrimler boyunca üstlendiği rolü yahut ondan beklenen rolü gösteren çok güzel
bir örnek var bizim tarihimizde; biliyoruz ki her savaştan sonra savaşan
taraflar birer heyet oluşturup anlaşma masasına oturmadan önce karşı tarafın
yarattığı tahribatın kaydını tutar. Bu heyetler sıklıkla valilerden,
kumandanlardan, politikacılardan vb. oluşur. Mustafa Kemal ise İzmir’in
kurtuluşunu takip eden günlerde bir “Mezalim Tetkik Heyeti” oluştururken
bunları edebiyatçılardan seçmiştir. Bu heyette Yakup Kadri, Halide Edip, Falih
Rıfkı gibi isimleri görüyoruz. Hatta Asım Us’un da dahil olduğu şekilde “İzmir’den Bursa”ya adında bir ortak
kitap da yazıyorlar, tanık olduklarına dair. Yine Yakup Kadri’nin “Milli Savaş Hikâyeleri”, “Yaban” romanı, Halide Edip’in “Dağa Çıkan Kurt”u bu görevden kaynak
bulan eserler olarak çıkıyor karşımıza ve tarihe not düşüyor.
Tüm
bunların ışığında, bizim tarihimizde edebiyatın, hem kurtuluş cephesinin çok
önemli bir unsuru hem de devrimlerin hazırlayıcısı ve anlatıcısı olarak başka bir
yeri daha vardır diyebiliriz.
ÇTD-
Ulusal direniş döneminin, Atatürk devrimlerinin sanatçılarla aydınlar
üzerindeki duygusal etkilerini Atatürk’ün yeni bir toplum oluşturma hedefi
üzerinden değerlendirebilir misiniz?
TÖ- Bu elbette iki
yönlü bir ilişki ama buradaki birlikteliği doğru tanımlamak adına bazı
kavramları yerli yerine oturtmakta yarar var. Bana kalırsa Atatürk’ün aydınlar
ve sanatçılar üzerindeki etkisini de Atatürk’ün sanata ve sanatçıya olan
güvenini de besleyen temel nokta bir fikir birliğinden kuvvet alıyor. Bu
birliği sağlayan öz ise Mustafa Kemal’in aydın kimliğinden olduğu kadar dönemin
şartlarını yaşamak zorunda kalmış aydın ve sanatçıların halkçı, yurtsever ve
devrimci düşüncelerle dolup bunun vücut bulmuş kişiliğini Mustafa Kemal’de
bulmalarından yeşeriyor.
Cumhuriyetin
kuruluş dönemine tanıklık etmiş edebiyatçıların, yazarların eserleri
incelendiğinde hızlıca öne çıkan iki ortak nokta var: Birincisi; cumhuriyetin
kuruluşu ve devrimlerle birlikte edebiyatçılar, aydınlar, sanatçılar da Mustafa
Kemal’in arkasında -dolayısıyla- devletle
aynı yönde konumlanıyorlar. Burada, yapılan devrimlere, atılan adımlara,
getirilen yeni uygulamalara heyecanlı bir desteklerini görüyoruz. Aynı yöne
bakıyorlar. Ülkeleri için aynı aydınlık geleceği düşlüyorlar. Mustafa Kemal’in
oluşturmak istediği yeni toplumsal düzeni benimsiyor ve onu daha da ileri
taşımayı dert ediniyorlar. Öte yandan yine metinlerinden görüyoruz ki onlarda
bu gücü ve özgüveni yaratan da bizzat Cumhuriyet’in getirdiği özgürlük ve
inançtır. Her iki tarafın birbirinin yolunu açtığı, ayrık otlarını birlikte
temizlediği günler bu günler.
Karşımıza
çıkan ikinci ortak nokta ise şu: Politik olarak toplumcu çizgide olmak kaydıyla
Atatürkçülükten komünizme dek hangi kaynaktan beslenirse beslensin tüm
aydınlarımızda, yazarlarımızda, edebiyatçılarımızda Atatürk’ün ölümünün
ardından ülkenin çizdiği yeni yöne ve gidişe ilişkin derin bir hayal kırıklığı
ve bu gidişe direnç oluşuyor. O tarihten itibaren edebiyatçılarımızın konuya
dair metinlerinde Atatürk vurgusunun öne çıktığını görüyoruz. Hem O’nun
bıraktığı noktanın altı kalınca çiziliyor; o toplumcu özden kuvvet alarak
yürünmesi gerektiğine inanılan yol ısrarla vurgulanıyor hem de Atatürk adına
ortalıkta politika belirleyenlerin girdikleri teslimiyetçi, gerici yörünge ile
kavgaya girişiliyor.
Toplumcu
aydınlarımız, Atatürk ile kendi emeklerini de katarak yürüdükleri yolda, O’nun
ölümünün ardından, O’nun fikirlerini ve temsil ettiği halkçı kaynağı, O’nun
ardılı olduğunu söyleyenlere karşı savunmak zorunda kalıyorlar. Böylece
yönetenlerle toplumcu aydınların yolu ayrılıyor. Kendi devrimimizden döndüğümüz
bu dönemi, onların duyarlı kalemlerinden okumak acı vericidir.
ÇTD-
Kitabınızda Atatürk devrimlerinin öncesine ve sonrasına baktığınızı görüyorum.
Bu bakış açısıyla aydın tanımı, aydın sorumluluğu için ne söylemek istersiniz?
TÖ- Melih Cevdet
Anday’ın sözünü anımsayalım: “Bugünkü
aydına düşen başlıca görevlerden biri de tarihsel olayların zincir
halkalarından kopmamayı bilmek ve başarmak, onları canlı tutmaktır.”
Çok
önemsediğim bu söz, aslında sorunuzdaki iki noktayı da aydınlatıyor. Elbette
aydını tanımlarken onun öznel ve değiştirici-sarsıcı görevi üzerine
konuşmalıyız. Ancak bizim gibi ülkelerde, bizim gibi politik çıkarlar uğruna
hiçbir utanma duygusuna rastlanmadan tarihin ve olanın yeniden
kurgulanabildiği; geleceği kendince şekillendirmek adına geçmişin çarpıtıldığı
henüz olgunluğa erişememiş toplumlarda aydının temel görevlerinden biri -tam da
Anday’ın dediği gibi- tarihsel olayların zincir halkalarının koparılmamasını
sağlamaktır. Kimi zaman geleceği savunmanın yolu geçmişi savunmaktan geçer. Biz
şu an böyle bir dönemden geçiyoruz örneğin.
Bu
ülkenin kurucularının açtığı, aydınlarının yön verdiği bir tarihsel yolu vardı.
Bunu kabaca Atatürk devrimlerinden, tam bağımsızlıkçı, laik bir özden güç alan,
bundan bir adım geri gitmeyecek; yüzünü ise toplumculuğa, sola, sosyalizme
dönmüş şekliyle tanımlayabiliriz. Bu, insanımız için, toplumumuz için hâlâ en
aydınlık ve insan onuruna yaraşır yoldur.
Sanırım
aydın sorumluluğunun bugünkü en büyük gereği de bütün gerici, sermayeci, ırkçı,
liberal kuşatmaya ve tahrip etmeye karşın bu yolu yeniden görünür kılmaktır.
Ben kitaplarımı bunun için yazıyorum.
Kaynak: Çağdaş Türk Dili Dergisi, Kasım 2024