NUSRET MAYIN GEMİSİ BURADA
98 yılı olabilir mi acaba?
Hafta içi yetmezmiş gibi, hafta sonu da bu kez dershanenin
yolunu tutuyoruz.
Binanın girişindeki gazete bayisinden cumartesi günleri yeni
sayısı çıkan Leman dergisini alıyoruz ki, birazdan ders kitabının altına
saklayalım, öğretmen görmeden tek göz de olsa hızlı hızlı okuyabilelim.
Karikatürlerin dışında gözümüz elbette önce Can Yücel’in o haftaki
şiirini arıyor. Sonra yazılar: Vedat Özdemiroğlu, Lütfü Oflaz, Cezmi
Ersöz, Nihat Genç…
En çok Nihat Genç!
Yine uzun yazıyor; yine konudan konuya süzülürken okuru da
peşine takıyor; bazen bir öykü, çokça memleketin hâline sitem.
Saralım ileri…
2018 yılı, Ankara Kitap Fuarı.
Yirmi yıl sonra ilk kez tanıştırılıyoruz, ilk gençliğimin
sevgili yazarıyla. O günlerde yazdığı internet sitesinde benim de yazılarım
yayınlanmakta, selam sabahın ardı, “Seni tanıyorum” diyor, “seni
bizim siteden tanıyorum, Telgrafhane’yi ayrıca biliyorum. Nasıl, döndürebiliyor
musunuz, sıkıntınız var mı?”
Standın dışındaki sandalyesinin yanına bir sandalye daha
çekiyor, oturuyorum, sohbet ediyoruz uzun uzun. Bir vakit sonra izin isteyip,
yayınevi standına dönüyorum.
On beş dakika ya geçiyor ya geçmiyor, standın kenarından
uzanıyor başı, “Taylan, burada mısın, gel” diyor, giriyor koluma. Nereye
gidiyoruz? Yaşça bana yakın, birbirimizi sadece ismen bildiğimiz birçok muhalif
isimle tanıştırıyor beni tek tek, “Akransınız, yazarsınız, birbirinizi iyi
bilin, kollayın; benden tanıştırması” diyor.
Sonrasında hep Adakale Sokak’ta uğradığı, bizim yayınevine de
üç apartman mesafede olan kahvenin önünde karşılaşıyoruz Nihat Ağabey ile.
Sağlık durumuna dair son bilgi paylaşıldığından beri
düşünüyorum; tepki verenleri ve vermeyenleri gözlüyorum bir yandan. Anlık
çıkarımlarla “Nihat Genç gerçeği”ni yorumlayamayacağımız sonucuna
varıyorum hep.
Öyleyse?
Bir yazısında, Stalin’i savunan bir komünist kızdan bahseder
Nihat Genç ve konuyu insanın yüreğini ve bilincini kirleten yüklere ve o
yüklerin esir aldığı aidiyetlerimize getirir:
“Bir gün 17 yaşında komünist bir kızla konuşurken -pırıl
pırıl bir kız, su gibi bir kız- tartışırken Stalin’i savundu. Milyonlarca
insanı katletmiş insanı savunuyor. Komünist ya, o yüzden savunuyor. Yine
komünist ol ama savunma, eleştir. (…) Şimdi 17-18 yaşında siyaset sahnesinde
çocuklar görüyorum. Mesut Yılmazları savunuyor, Eyüp Aşıkları, Cem Uzanları
savunuyorlar… Ya sana ne! Sen pırıl pırıl bir çocuksun, annenin kuzususun. Sen
kendine yeni bir tarih yaz. Şu kirli çamaşırları üzerinden kaldır. Bembeyaz bir
tarih yaz. Yenile kendini, bırak bu kirlenmiş adamları…”
Nihat Ağabey’i düşünürken bu son söz aklımda dönüp duruyor:
“Bırak bu kirlenmiş adamları…”
Oysa yirmi üç yıllık AKP iktidarı toplumu parça parça bölüp,
herkesi kendi aidiyetine iterken tam da bu gerçeklik gözden kayboldu. Karşısında
olduklarımıza duyduğumuz kin, yan yana düştüklerimize dair gözümüzü kör etti
çoğu zaman. Kirli adamların sırtımıza vurduğu yükler, sorgusuz sualsiz
kimliğimize karışsın istenildi. Kirli adamları, sırf bizden yana durdukları
için görmezden gelelim, normalleştirelim istenildi. Ve yolların sonunda o kir,
tertemiz zihinleri esir aldı.
Atatürkçüler, AKP karşıtları tek sığınak gördükleri
limandan, bir büyük basiretsizliğe karşı hepimizi sindirmeye çalışıyor
yıllardır: “Aman eleştirmeyin”, “Aman şimdi gündeme taşımayın”,
“Tamam biz de karşıyız ama…” diye diye kendilerine dayatılan ve karşı oldukları
ne varsa onun meşruiyetine su taşıyorlar.
Düğününde Kürtçe şarkı çalamayan genç, hakkını araması için
tek yolun İmralı’daki bebek katilinin maşalarıyla yan yana durması olduğunu
düşünüyor; can alanlarla hak aramanın normal ve insani olduğuna inandırılıyor
yıllardır. Barış diyor buna, demokrasi diyor. Başka yol, başka bir fikre izin
verilmiyor.
Emeğin kutsallığını ve önceliğini, hak ettiği değeri
bulmasını, sömürüye başkaldırıyı öğütleyen sosyalizm, kirli adamların elinde ya
bölücülüğe eklemleniyor bu toprakta ya liberal teslimiyete; o pırıl pırıl
gençler “kitaptan” sanıyor kurgulanmış bilinç sahtekârlığını.
İnancını yaşamak isteyenler ya iktidarın saflarında
sıralanmak zorunda bırakılıyor ya da tarikatların, cemaatlerin aşağılık sömürüsüne
terk ediliyor öylece.
Birincil amacı aklı özgürleştirmek ve egemen kılmak olan bir
devrimle kurulmuş ülkede oluyor bunlar…
Ve haykırıyor Nihat Genç: “Bırakın bu kirlenmiş
adamları!”
“Nihat Genç gerçeği” buradadır işte: Bir ömür neyi
savunduğunu unutmamakta, karşı olduğuyla mücadeleden bir gün geri durmamakta ve
fakat öte yandan, ne olursa olsun “kirlenmiş adamları bırakıp” onlardan
inadına hesap sormaktadır.
Gerekirse herkesi karşısına alarak ve bir büyük yalnızlığı
sahiplenerek.
Onurlu ve namuslu bir aydının görevi bu değil midir zaten?
Nihat Ağabey’in, eli kalem tutan ve neredeyse otuz yıllık
bir okuru olarak tanığım ki:
Bu yurdun güzel çocukları ondan baş eğmemeyi öğrenmiştir, ne
ona ne buna. İnsanını, yurdunu dosdoğru sevmeyi, her an onun iyiliğini
istemeyi, bunu ta yüreğinde duymayı öğrenmiştir. Halka ve hakka saldıran
düzenbazlara karşı yalnız çelik gibi durmayı, bir adım geri atmamayı değil, var
gücüyle ezip geçmeyi öğrenmiştir; yurttaşlık görevidir. Ama en çok, yaşam
yolunda kendine vicdan ve temiz bir yürekten başka pusula kabul etmemeyi
öğrenmiştir; bugünlerde paha biçilmezdir…
Nihat Genç yeniden sağlığına kavuşup, kavgasına kaldığı
yerden devam edecek mi, bilmiyorum. Ama yurdumuza ve insanımıza dair savunduğu
ne varsa emanetimizdir, baş üstünedir; böylece bilinmelidir.
Tam da onun dediği gibi:
“Nusret mayın gemisi burada.
Sizi o boğazdan geçirmeyeceğiz.”
Söz olsun Nihat Ağabey’e…
Not: Bu yazı, 11.06.2025 tarihinde Veryansın TV'de yayınlanmıştır.