“KALEM KAVGASI DEĞİL, DÜZEN KAVGASIDIR BU”
Uzun yıllar boyunca Uğur Mumcu’nun yazılarını tekrar
tekrar okurken, hep o aynı yazının altını çiziyor kalemim satır satır…
“İşte”
diyorum, “Uğur Mumcu’nun bize Uğur
Mumcu’yu anlattığı satırlar bu, ondan Türk aydınına miras kalan yol ve yöntem
bu…”
Yazının başlığı, “Sınıfsal
mı, Kişisel mi?”, yazıldığı tarih 6 Aralık 1975.
Hayatı boyunca sadece somut gerçeklik üzerinden kalem
oynatmış, siyasal mücadele yürütmüş Mumcu, bu yazısında önce sosyalist
öğretinin soyut dili ile yetinen, güncel siyasal kavga içinde yer almaktansa
teorinin güvenli sularında kulaç atmakla görevini yaptığını düşünen aydınları,
gazetecileri, yazarları eleştiriyor. Yazının sonraki bölümü hem bir
otobiyografi hem ders olarak kabul edilebilir sanıyorum.
Şöyle diyor Uğur Mumcu:
“Önemli olan, soyut öğreti
ile somut gerçekler arasında ilgi kurup yığınlara düzenin nasıl ve ne biçimde
değiştirileceğini gösterebilmektedir. Bu düzen kimden yanadır, kime karşıdır?
Temel sorun, bu soruların en açık ve en seçik biçimde yanıtlanmasına bağlıdır.
Güncel ve somut sorunlar,
yığınların yaşam kavgası ile ilgilidir. İçinde yaşadığımız düzenin girdisi
çıktısı, somut örneklerle anlatıldığı ölçüde, halk, hangi düzen içinde
sömürüldüğünü anlayabilir. Bu görevi yerine getirmek yerine, sosyalist
öğretinin soyut tartışmalarına girmek, özür dileyerek ifade edeyim, biraz
kolaycı aydın yoludur.
Sınıfsal çözümleme yapıyorum
diye, soyut sözcüklerle yetinip güncel ve somut konulara değinmemek bu konuların
yazarına, çizerine oldukça kolaylık sağlar. Sınıf soyut kavramdır. Sınıfların
nüfus hüviyet kâğıtları ve ev adresleri yoktur. Sınıf kavramını da toplum
yaşantısında somutlaştırmak, sınıfların kimlerden oluştuğunu, adreslerini ve
soyadlarını saptamak gerekiyor.
Bazı seçkin yazar-çizer
takımı, kişilerle uğraşmayı, sosyalist görüşleriyle pek bağdaştırmayıp:
‘Biz muhbir yazar değiliz’
diye savunmalar da yapmaktadırlar. Oysa kişiler, sınıfların kimlerden
oluştuğunu kanıtlayacak şanlı belgelerdir. Bir düzenin nasıl işlediğini
anlatırken, burjuvaların işçileri sömürdüğünü söyleyip, Osmanlı toplum yapısını
bir çırpıda tanımlayıp geçivermek, sonra eski sosyalistlerden birkaç anı
aktarmak ilericilik ve sosyalistlik midir acaba?..
Sınıfları kişileştirmek, soyut
çözümlerden biraz daha güçtür. Çünkü genel ve soyut olarak işçi sınıfından,
burjuvaziden, bunlar arasındaki uzlaşmaz çelişkiden söz ederseniz, bunlar
artık hep bilinen sözler olduğu için, pek kimse yanınıza yaklaşmaz. Eğer bazı
kişilerin yolsuzluk yaptığını yazar, bunlarla düzenin bekçisi bazı
politikacılar arasında ilişki kurarsanız, hakkınızda ceza davaları, tazminat
davaları birbirini kovalar, kapınızın önünde kabadayılık gösterileri yapılır,
tehditler birbirini izler.
(…) Güncel siyasal kavgada yer
alıyor musunuz? İşin can alıcı yanı budur.”
Sonda
söyleyeceğimizi en başta söyleyelim:
Uğur Mumcu’yu
ölümsüz kılan, onun devrimci düşüncelerini, Atatürkçülük ve demokratik
sosyalizm yolundaki kavgasını gazetecilik aracılığıyla somutlaştırmasındaki
inatçılığı ve ustalığıdır.
Uğur Mumcu,
Atatürkçülük anlayışını bir eski zaman güzellemesiyle sınırlamamış, Mustafa
Kemal’den aldığı emanetin hakkını vermiştir.
Bağımsızlık,
derken lafı gevelememiş, “Sovyet uşaklığı ile Amerikan uşaklığı arasında bir
milim fark görmediğini” söylemiş, ülkenin bugününde ve yarınında atılan
veya atılacak adımlar, Cumhuriyet kurucularından miras bağımsızlık ilkesiyle
çeliştiğinde en sert tepkileri göstermiştir.
Aydınlanma
derken, meselenin tarihsel, siyasal ve felsefi boyutunu özümsemiş olmakla
beraber, ülkenin yarınını karartmaya çalışan gericiyle-yobazla-dinciyle
doğrudan mücadeleye girişmiş, böylelerinin kirli oyunlarını, karanlık
planlarını bir bir deşifre etmiştir. Rabıta’yı ortaya çıkaran Mumcu, şeriatçı
örgütlerle devletin kirli işbirliğini halkın önüne apaçık sunarken, İlhan
Selçuk, Mumcu’nun, “İrtica akımlarının topografyasını çıkardığını” yazacaktır.
Bu araştırması nedeniyle layık görüldüğü bir ödülün töreninde yaptığı konuşma,
ondan sonraki namuslu aydınlar için, derstir:
“Laiklik konusunda araştırma yapmak, devletimizin kurucularına karşı yerine getirilmesi gereken bir yurttaşlık göreviydi.”
“Laiklik konusunda araştırma yapmak, devletimizin kurucularına karşı yerine getirilmesi gereken bir yurttaşlık göreviydi.”
Cumhuriyet
devrimi ve onun ideallerini savunan Mumcu, bu devrimin düşmanlarıyla da kavga
etmiştir, sahte Atatürkçülerle de. Ama hep belge ve bilgiyle, hep somut
gerçekleri tane tane halkına anlatarak. Karanlık köşelerde kirli oyunlar tezgâhlayanları
her seferinde sobeleyerek.
Demokratik
sosyalizmi, Kemalizmin sınıflı toplu gerçekliğindeki devamı olarak hedefleyen
Mumcu’nun sosyalizm anlayışı da aynı düzlemdedir. Kapitalizm, sınıfsallık, artı
değer, sömürü, emek mücadelesi, sosyalizm, Leninizm, Marksizm… Bunlar
nihayetinde birer sözcüktür Mumcu için; aslolan her biri teorik temeldeki bu
sözcükleri hayatın gerçekliği içinde halka yalın şekilde anlatabilmektir.
Kapitalizm bir
sömürü düzenidir, tamam ama bu sömürü düzeni nasıl işlemektedir? Mumcu’nun
derdi bununladır.
“Tartışmaları somut kanıtlara
dayandırmak gerekiyor”
der Mumcu ve şöyle devam eder:
“Örneğin; ülkemizde sağcı,
milliyetçi, muhafazakâr çevrelerin hangi ekonomik ilişkiler ve ortaklıklar
içinde oldukları ortaya konuldu mu artık söylenecek söz kalmaz.”
Mumcu, toplumsal
mücadele içinde bir şeyin niçin yapıldığına ideolojinin, nasıl
yapıldığına siyasetin cevap verdiğini yazar. Halkın hakkı yenirken,
bunun niçin yapıldığını anlatmak kadar, nasıl yapıldığını
göstermek de önemli ve çoğu zaman çok daha etkilidir Mumcu’ya göre.
‘Nasıl’ı ortaya koymak, ‘Niçin’i haklı
çıkaracaktır.
Emek
sömürüsünün, yolsuzluğun, hırsızlığın, kapitalizmin doğal unsurları olduğunu
söyleyen Mumcu, bunlarla mücadele etmenin doğrudan kapitalizmin çarkına çomak
sokmak olduğunu yazar. 8 Mart 1976 tarihli, ‘İşin Özü’ başlıklı
yazısında, kapitalizmin çirkin yüzünü, halka en iyi gösterme yolunun onu somuta
indirgemek ve ortaya sermekten geçtiğini şöylece ortaya koyar:
“Rüşvet alınmışsa bunu alan, toplumun belirli kesimlerinde görev yapan bazı yetkililerdir. Yani iş, özünde sınıfsaldır ama para alıp veren kişiler de toplumumuzda yaşayan kişilerdir. Hiçbir ‘manevi şahsiyet’ rüşvet almaz. Rüşvet alan, belirli gerçek kişilerdir. Bu kişilerin ortaya konması, sorunun sadece bir yanıdır. Mobilya yolsuzluğu ortaya çıkarılmışsa, bu yolsuzluğa adı karışan kişilerin kimlikleri ve kişilikleri de önemlidir. Çünkü düzenin ticari yanı ile siyasi niteliği, mobilya dosyasında somutlaşmaktadır. Bu gibi konuların bıçak sırtı gibi, iki yanı vardır. Konunun bir yanı, kişilerle ilgilidir. Kim yolsuzluk yapmıştır? Yolsuzluk yapan kimin yakını? Rüşveti kim almış? Kimden almış?
İşin öbür yanı, düzenin
niteliği ile ilgilidir. Eğer olayı sadece kim almış, kimden almış, düzeyinde
tutarsak, olayları anlamsız dedikodular ve söylentilerle kısıtlarız. Bu
yolsuzluklar ve rüşvet olayları ortaya atıldıktan sonra, bu düzenin kapitalist
düzen olduğu, rüşvetin de yolsuzluğun da bu düzenin parçaları sayıldığını
anlatabilirsek, o zaman çokuluslu şirketler de mobilya yolsuzluğu da vergi
iadesi de gerçek anlamlarını bulur.
Ve tabii ki aydınlar için
kesilen cezalar, kilitlenen paslı kelepçeler, kurulan darağaçları ve işkence
masalarına yatırılan devrimciler gibi konular da anlaşılabilir
Evet, soru çok basittir: Kim
için, ne için? İşin özü de burada yatmaktadır…”
…
Evet, soru
basittir: Kim için, ne için?
Kapitalizmin
dümen suyundaki egemenlerin kavgası kendileri içindir, kâr içindir, rant
içindir; bunun için sömürü artar, bunun için sermayenin borazanı öter, emeğin
sesi kısılır.
Dincinin-gericinin-yobazın
kavgası zihinleri Orta Çağ karanlığına hapsedip, sadece kendisinin
–sorgulanamaz şekilde- söz hakkına sahip olduğu bir düzeni kurmak içindir;
bunun için Cumhuriyetin kurucu değerlerine ve o değerleri savunan yürekli
aydınlara saldırır durmaksızın.
Uğur Mumcu’nun
kavgası halk içindir, halkın gelecek güzel günleri içindir; tam bağımsız,
modern-çağdaş bir toplumda, emeğin en yüce değer kabul edildiği, hakça,
kardeşçe yarınlar içindir.
Sözde değil,
özdedir; gölgelere saklanmaksızın, bir kez olsun kaçak dövüşmeksizin…
Ve oyun bozarak,
kirli bir düzenin, kirli aktörlerini saklandıkları karanlıklardan çıkarıp,
halkın bilincine sunarak…
Bu bir yol ve
yöntemdir.
Uğur Mumcu’dan
bu toprağın namuslu aydınlarına mirastır…
Not: 25. Adalet ve Demokrasi Haftası
etkinlikleri kapsamında 24 Ocak’ta Akhisar’da CHP Akhisar İlçe Başkanlığı’nın
düzenlediği panelde; 30 Ocak’ta Ankara’da Telgrafhane Yayınları’nın düzenlediği
“Bağımsızlık Benim Karakterimdir” başlıklı panelde bir arada olmak dileğiyle…