DAVER DARENDE’NİN ARDINDAN
Bir gün…
Yayınevinde karşılıklı oturmuşuz. Onun getirdiği Tellibağ
şarabımızdan birkaç yudum almışız ki, ben artık dayanamayıp soruyorum:
“Daver Bey, siz niye iki saat takıyorsunuz?”
Daver Bey’in iki kolunda iki kol saati var, her gelişinde
gözümüz hep o saatlerde.
Önce iki bileğine bakıyor, gülümsüyor, sırayla kollarındaki
saatleri göstererek:
“Bunu,” diyor; “eşim evlendiğimizde hediye
etmişti. Yıllar içinde bozuldu, tamiri de yokmuş. Ama takıyorum. E diğerinden de
saate bakıyorum.”
Sanırım on yıl içinde biriktirdiğimiz anılardan, Daver
Darende’yi en iyi anlatabilecek olanı bu.
Sonra?
Yayınevinin çalan kapısını açtığımızda, önü hep ilikli
ceketi ve elinden eksik olmayan evrak çantasıyla, ta yürekten gelen bir
merhaba:
“Ah canım, ah, ah, sizleri ne çok özledim!”
Ne çok özleyeceğiz Daver Bey’i…
Peki şimdi ne demeli?
Nerede karışıklık, iç savaş, kaos varsa oraya gönderilmekle
geçen diplomatlığını mı anlatmalı; özellikle dış politika konusunda kaleme
aldığı yol gösterici yazılarından mı söz etmeli; yitirilmiş ve çoğu zaman hak
ettiğince bilinmemiş yazın-sanat insanlarını bu ülkenin gençlerine tanıttığı
kitaplarını mı anmalıyız? Yoksa resimlerine, tablolarına mı bakmalıyız uzun
uzun?
İnsan böyle zamanlarda bencilleşiyor.
Benim için Daver Bey, odamın kapısı kapanıp, karşılıklı koltuklara
kurulduğumuzda, onun deyişiyle, “gündem sırasıyla” içimi dökebildiğim, yürek
yükümü hafifleten, fikirlerimi sınayabildiğim; hep yol gösterici, hep içten bir
kılavuzdu.
Telgrafhane’den çıkan ilk kitap, Daver Darende’nin Çınarların
Gölgesinde kitabı olduğundan, “Ben,” derdi, “yayınevimizin 1
numaralı yazarı olarak, gündemimize geçiyorum. Önce…”
Önce sağlığımız, ailelerimizin sağlığı konuşulur, sonra
yayınevinin durumu değerlendirilir, sıkıntılarına dertlenilir, sevinçleri coşkuyla
karşılanır, ardından ne yazıp ne çizmekte olduğumuz masaya yatırılır, en
sonunda da konu ülke meselelerine gelirdi. Üç saat, dört saat; Daver Bey yorulana
ya da eve dönme sözü verdiği saat gelene dek…
Bu sohbetler bitip de o evinin yolunu tuttuğunda, biz yeniden
dünyanın gürültüsüne, kabalığına, kırıcılığına, özensizliğine döner; Daver Bey
bizi tekrar ziyaret edip, insancıl inceliklerle yüreğimizin tozunu üfleyene
kadar saatleri, günleri öylece tüketirdik.
Bu yüzden kaybımız çok büyüktür…
Daver Darende gidince, ülkemiz yine değerini bilemediği bir
aydınını, yazarını, sanatçısını yitirdi; bizler çok saygıdeğer bir insanı, bir
büyüğümüzü, ağabeyimizi, onurlu ve insanca yaşamak yolunda bir öğretmenimizi
kaybettik.
Şimdi dönüp geçmiş günlere bakınca, içerde bir yerde bir ince sızı, “ben buradayım ve hiç gitmeyeceğim” diyor.
On yıllık bir devirdi.
Daver Bey’le başlamıştı, galiba Daver Bey’le de bitti.
Huzurla uyusun.
“Telgrafhane’nin 1 numaralı yazarı”nı hiç
unutmayacağız…